Birisi, büyük aşığımız Davut Sulari'yi merak eder, koca sesli kocaman adamı görmek ister ve TRT İstanbul Radyosu'nun kapısına dikilir. Kapıda ilk rastladığı kişiye sorar: "Ben Davut Sulari'yi görmek istiyorum, o koca gür sesli, o büyük adam", der. Oysa sorduğu adam, küçük boylu, tıknaz, zayıf, gözlüklü olan, Davut Sulari'nin tam da kendisi. "Onu ne yapacaksın?", der Davut Sulari "Çok seviyorum. Bir görsem çok sevinirim", "O aradığın kişi benim", der Davut Sulari. Adamın gözleri hayrete düşer; "A, bende sizi adam zannetmiştim!"
Ali Murtaza Topal Dede o "küçük" adamlardan biri. Boyu 1.60 metreyi aşmaz, yuvarlak kafalı, temiz yüzlü, saf saf yürür, saf oturur, size bakar güler, gülünce de gözleri minnacık olur (hemen gülmeniz gelir o zaman), güler güler de orada kalır, işte görseniz sanki bir çocuk... Fakat yeri gelince, derin felsefeleri anlatır. 40 haneli şiirleri bir solukta okur, sazını alır dalar batın dünyasına. Sanki önünde cem erenleri, arkasında gaip erenler bekler. Davut Sulari gibi, Ali Murtaza Topal gibi, Alevilerin gerçek dedeleri öyle olur: dışı saf, içi dolu gevherdir.
İşte karşınızda gerçek bir Alevi dedesinin öyküsü: doğum Maraş'ta, sene 1922. Anne adı Fadime, baba adı Murtaza. O zaman, Maraş'ın hemen hemen bütün köylüleri mal davarla uğraşır, göçebelik yaparlar. Senenin yarısını kışlakta, diğer yarısını ise yaylalarda geçirirler. 1922'de dünyaya gözlerini açan Ali Murtaza, Pazarcık, Engizek yaylası, Ayranpınarı denilen yurdunda yazın yaylanın yoğun işleri ortasında doğuyor. Rahmetli olan dedesinin adını, Ali, diyorlar ona, dedesi de hafif topal olduğu için soyadları da Topal olur. Fakat Ali Murtaza Dede'nin anlattıklarına göre, ailesinin esas memleketi Elazığ'ın Keban kazasının, Berivan köyünde: "En az 300 haneye sahip olan bir köy." diyor Ali Dede, "bahçeli bağlı, şahane bir yer, üstünde bir pınar var, hem ziyarettir, hem su veriyor bahçelere, müthiş bir güzelliği var". Ocakları Memiş ocağı, talipleri Elazığ'dan Kayseri'ye, Maraş'a kadar var Ali Murtaza Dedenin dedesi Ali, taliplerinden olan Maraşlı bir hanımla evleniyor. Ali Murtaza'nın babası 7 yaşındayken Maraş'a yerleşmeye karar veriyor. Geldik yayladaki dedenin doğuşuna...
Geleneklere uygun bir şekilde, Ali Murtaza küçük yaşta babasıyla birlikte ayn-i cemlere katılır. O zaman da, sene 1930 mu, 1940 mı, ses kaydetmek için tabii ki hiç bir alet yok o dağlarda. Fakat hem eski Türkçe (yani Osmanlıca), hem yeni Türkçe okuma yazmayı iyi bilen babasının şiirsel gücü çocuğunda kocaman bir iz bırakır: "Babam gibi şair daha dünyaya gelmemiş", der kibirle Ali Murtaza Dede. On-onbeş yaşıma gelince, annesi babasına "saz öğret bu çocuğa" demiş ve 200 senelik baba curasını ele alarak, yavaş yavaş, kendi kendisine, genç dede çalmayı öğrenmeye başlar. Zakir olarak babasının yanında cemlerde yer alır. Babası vefat ettikten sonra, kendisi dedelik görevini mutlaka üstüne alır.
Adananda 1942-1945 arasında üç senelik askerliğini bitirdikten sonra, serini o göreve iyice verir. Saz ve sözden gelen duygu zaten onu ister istemez o yere götürür. O güzel geceleri gururla anlatır dede: "Görgü cemleri, muhabbet cemleri bitmiyordu o zaman. Dört beş zakirdik beraber çalardık, fakat ben tek başıma yapardım hepsini. Sabaha karşı sanki sazımla yalnızdım." Gülerek, "şimdi iki adım atamıyorum" diye ekliyor.
Seneler geçiyor. Pazarcının yolu bir gün Paris Fransa'ya kadar uzanır. Ali Murtaza Dede ailesini beslemek için çeşitli mesleklerle uğraşır. Memleket cemlerinden uzak kalır, fakat sazından hiç bir zaman ayrılmaz. Kayıt düşüncesi vardır devamlı dedenin, fakat nedense devamlı fırsatlarını kaçırır. 2000'de ağır bir hastalığa yakalanır, 80'li yaşlar geldi diye korkmaya başlar ve en son, Mahmut Demir'le sohbet ederken, bu albüm projesine karar verir.
Kaynak: Françoise Demir