Hasan Tunç 1912 yılında Trabzon'un Maçka ilçesine bağlı Mağura (Örnekalan) Köyü'nde doğdu.
Babası İbrahim Bey, annesi Ayşe Hanım'dır. Yedi kardeşin en büyüğüdür. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Hasan Tunç ilkokulun üçüncü sınıfına kadar okuyabilmiştir.
Fakir bir ailenin çocuğu olması onun daha fazla tahsil yapmasını engellemiştir. Bu durum daha sonraki yıllarda onun
sosyal yaşamında önemli sorunlara neden olmuştur. Dokuz yaşındayken geçirdiği bir kaza sonucu sağ gözünü kaybeder.
Hasan Tunç gurbete çıkmadan önce uzunca bir süre annesiyle birlikte yaylacılık yapar. Annesine göre Hasan "hovarda" bir yapıya sahiptir
(O ufak yaştan beri "sevdalık edeyi" ifadesi annesine aittir). Bu özelliği ona türkü söyletmiş ve kemençe çaldırmıştır.
1930 yılında 18 yaşındayken aile ortamından ve köy yaşamından kopan Hasan Tunç gurbet kervanına katılarak İstanbul'a gelir.
Karadeniz insanı için gurbet denince İstanbul akla gelir. Diğer bir ifadeyle gurbet demek İstanbul demektir bir Karadenizli için...
Hasan Tunç İstanbul'a ken-disinden önce gelen babasının Koca Mustafa Paşa'daki yorgancı dükkanında çırak olarak işe başlar.
Burada Maçkalılar'ın önemli bir özelliğini belirtmek yararlı olacaktır. Eski dönemlerde İstanbul'a gelen her Maçkalı, üç meslekten birini seçerdi.
Ya yorgancı, ya kalaycı ya da bakırcılıkla uğraşırdı. Hasan Tunç'un da ilk mesleği yorgancılıktır.
Aslında bugün bile İstanbul'da ne kadar kemençe sanatçısı varsa çoğunluğunun ilk meslekleri hep aynıdır.
Hasan Tunç dokuz yılını bu mesleğe vermiştir. Bu meslek ona bir yerde şans kapısını da açmıştır.
Şöyle ki; Hasan Tunç'un yorgancı olarak çalıştığı mahallede dönemin gözde ismi Türk Sanat Müziği sanatçısı Hamiyet Yüceses ikâmet etmektedir.
Hasan Tunç'un bir vesile ile bu sanatçıyı tanıması onun yaşamının bir dönüm noktası olur ve Hamiyet Yüceses'in aracılığı ile
İstanbul Radyosu'na bölge sanatçısı olarak kabul edilir. Hasan Tunç ilk evliliğini 25 yaşlarında iken halasının kızı Havva ile yapar.
Bu evlilikten Mehmet (63) adlı bir oğlu olur. Ancak bu evlilik uzun sürmez, boşanma ile sonuçlanır. Daha sonra teyzesinin kızı Emine ile ikinci evliliğini yapar.
Bu evlilikten Bahtiyar (62), Mahture (58) adlı kızları ile Yılmaz (56) adlı oğlu olur. Hasan Tunç, Hamiyet Yüceses'i tanımasının ardından yorgancılığı bırakır
ve Haseki Hastanesi'ne memur olarak girer. Ancak burada fazla çalışmaz, kısa bir süre sonra bugünkü adıyla
Çapa Tıp Fakültesi (Yukarı Gureba) Hastanesi'ne girerek; aralıksız 34 yıl çalışır ve 1973 yılı başlarında emekli olur.
Özellikle çalışma yaşamında insani değerleri daima ön planda tutması, onun çevresinde sayılıp, sevilmesini sağlamıştır.
Hasan Tunç'un kemençe çalmayı öğrendiği bir ustası olmamıştır.
Sanat Yaşamı, Kişiliği ve Eserleri:
Hasan Tunç'un türkü çalıp söylemesi 12-13 yaşlarında başlar. İlk denemelerine kastel denilen olgunlaşmış mısır fidanından kesilerek yapılan ve ince sesler çıkaran basit bir çalgı ile başlamıştır.
Daha sonraları kendi yaptığı kemençe ile çalıp-söylediği bilinmektedir. Hasan Tunç'un kemençe öğrendiği bir ustası yoktur.
Ancak birlikte çalıp-söylediği yakın dostları olduğu bilinmektedir. Bunlar arasında Salim Akpınar (Kastoroğlu), ve Ocaklı (İspela)
Köyü'nden Fehmi Alan (Kuru Fehmi) en tanınmışlarıdır. Hasan Tunç'un kemençe sanatçısı olmasında annesinin yanık ve güzel sesinin etkili olduğunu söyleyenler vardır.
Annesinin tarlada çalışırken söylediği türkülere, kemençe ile eşlik ederdi. Eğlence yerlerinde, düğünlerde de çalıp söyleyen Hasan Tunç,
genç kızlara türküleri her zaman kendisi söylemezdi, zaman zaman genç ve güzel kızların da kendisine türkü attığı olurdu. Bu türkülerden birisi şöyle:
Ha buradan yukari
Bineyim Taradumi
Eğil öpeyim seni
Alayım muradımi
Hasan Tunç sadece sevmemiş, sevilmiştir de, şu dörtlük bunun ifadesi olsa gerek;
Oy kör Hasan kör Hasan
Kör gözünde kaynasam
Bir derum alsam seni
Bir de derum almasam
Hasan Tunç yaylacılık yaptığı dönemlerde gönlünde yer eden bir komşu kızı için yaylada söylediği bir türkü;
Bağırıyi sığırlari
Sığırların anasi
Benum ufak yavrumun
Var bir kara danasi
Daha peşine gelur
Masti kolominasi
Daha peşine gelur
Suna elifinasi
(Türküde geçen "kalomina, elifina" hirer hayvan ismidir. Rumcadır.)
Hasan Tunç İstanbul'a geldiği yıllarda birkaç taş plak doldurdu. Odeon şirketinde doldurduğu ilk plağındaki türkülerden biri de şudur;
Bu Maçkali Hasan'ın
Yoktur mali, melali
Giyinip de kuşansa
Olur daha belali
Gerek plak çalışmaları sırasında gerekse radyoya girdiği dönemlerde Sadi Yaver Ataman, Cemile Cevher, Ahmet Yamacı, Fatma Türkan Yamacı,
Ömer Akpınar, Metin Eryürek gibi sanatçılarla yakın dostluklar kurar. Özellikle Cemile Cevher'in onun sanat hayatında ayrı bir önemi vardır.
Bazı türküleri birlikte ürettikleri gibi, bunları çeşitli yerlerde yorumlamışlardır da...
Hasan Tunç'un sanat yaşamında hiç unutamadığı olaylardan birisi de, polis marifetiyle Beylerbeyi Sarayı'na çağırılarak Atatürk tarafından dinlenilmiş olmasıdır.
Sahnede kemençe eşliğinde Maçka (Solday) Sevinç Köyü'nden bir ekip horon oynamaktadır. Bu gösteriden çok memnun kalan Atatürk,
Hasan Tunç'un sıkıldığını fark etmiş olacak ki kendisini gösteri sonunda yanına çağırır ve kendisine "çal, çal evlat çal,
Karadeniz havaları bizim milli havalarımızdır" der. Bu ifade onu çok duygulandırmıştır.
Radyodaki çalışmalarına 1960'lı yıllarda nokta koyan Hasan Tunç kemençesini de Radyoevi müzesine hediye etmiştir.
1983 yılında Karadeniz kültürüne ve Türk halk müziğine yapmış olduğu katkılardan dolayı Kültür Bakanlığı'nca ödüle layık görülmüş ve ödüllendirilmiştir.
1 Mayıs 1986 yılında Şehremini'deki evine giderken geçirdiği bir kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Mezarı Yedikule'deki aile kabristanındadır.
Kaynak: Kalan Müzik